SAVAŞ ya da KAÇ!
İnsan vücudu mükemmel bir sistem ile donatılmıştır. Bu şahane sistemin adı; Otonom sinir sistemidir. Bu sistem insanın iradesiyle değil, istemsiz olarak çalışır. Yüksek duygu durumu yaşadığımız durumlarda devreye girer. Örneğin; yüksek kaygı, yüksek korku, yüksek öfke, yüksek endişe gibi. Otonom sinir sistemi muhakeme gücünü, düşünmeyi, idraki kapatıp adrenalin pompalayarak refleksif hareketler yapmamıza neden olur. Bu kısaca bir tehlike anında insanı tehlikelerden koruyacak Savaş ya da Kaç! mekanizmasının çalışması olarak açıklanabilir.

Bu mekanizma tehlike anında vücutta belli hormonlar salgılanarak kişiyi ya ortamdan uzaklaştırmaya ya da tehlikeyle savaşmaya yönlendirir. Bu tehlike, sadece biyolojik veya fizyolojik değil psikolojik olarak insan onurunu zedeleyen her türlü hareket, davranış ya da söz olabilir.
Çocuk veya yetişkin hiç farketmez, kişi olumsuz bir eleştiriye, hakarete, aşağılanmaya maruz kalınca ne yapar? Ya duymazdan gelerek kendini korumaya alır yani kaçar ya da karşısındakine sözlü veya bedensel karşılık verir yani savaşır. O zaman denilebilir ki bağırarak, öfkeyle söylenen hiçbir söz muhatabına etki etmez. Zira bağırmak bir savaştır ve savaş anında her iki tarafta idrak yeteneğini kaybeder. Böyle bir durumda kişi ne kadar haklı olursa olsun, eşinde veya çocuğunda olumsuz tepki meydana getirir.
Durumu tek tek inceleyecek olursak; çocuğuna kızmış, sinirli bir şekilde nasihat etmeye çalışan anne ya da babanın olumlu tepki alması mümkün değildir. Zira çocuk ya kendini kapatıp alacağı öğüdü duymaz hale gelir ya da karşı atağa geçerek vurma, kötü söz söyleme, ağlama, öfke nöbeti geçirme gibi tepkiler gösterir. Her iki durum da anne ve babaların istediği şeyler değildir. İstediğini elde edemeyen anne ve baba kendince doğruyu yaptırtmak için sesini daha fazla yükseltecektir. Ancak bir kısır döngü gibi çocuk ya daha çok agresifleşecek ya da daha çok içine kapanacaktır.
Çoğu zaman anne ve babaların yakındığı konuların başında gelir ‘’söylüyorum, söylüyorum çocuğum beni duymuyor'' hikayesi. Olur olmaz birçok şeye bağıran annenin veya babanın çocuğu, bir süre sonra onun bağırışlarına sağır kalacaktır. Annesi veya babası çok önemli bir şey için bağırıyor olsa dahi önemini anlamayacak, duyarsızlaşacaktır.
Bu sebeple saygı dolu, insan insana iletişimin en önemli yolu ‘’yüksek’’ değil ‘’yumuşak’’ sesli anne babalar olmaktır. Çocuğun yüreğine dokunabilmek, ruhuna hitap edebilmektir.
Eşler arasındaki duruma baktığımızda ise durum bundan pek de farklı değildir. Yapılan son araştırmalar, eşler arasındaki savaş ya da kaç tepkisine ek olarak “pus” (sinmek) durumunun da eklendiğini göstermektedir.
Eşler, savaş durumunda adeta kanlarının son damlasına kadar mücadele edeceklerine ant içmişlerdir. “Görürsün sana daha neler yapacağım, bunu senin yanına bırakır mıyım” gibi cümlelerle güçlerini tüketinceye kadar savaş taktiklerini devam ettirirler. Taraflar çözüm bulmak yerine gücü elinde tutmak için çaba gösterirler. Birbirinden kaçan eşler, birbirlerine karşı duyarsızlaşırlar, birbirlerini duymazlar.
Kaçan eş, çoğu zaman diğerinden nasıl uzak duracağını hesaplamakta bulur çareyi. Sinmiş ya da pusmuş eş ise “bu evde birimiz fazlayız” deyip kendini siler ve adeta ortalıkta yokmuş gibi davranır. Ne savaşabilir ne de kaçabilir. Adeta gözüne ışık tutulmuş tavşan gibidir, çareyi sinmekte bulur. Görevini eksiksiz yapar, verilen komutları düzenli bir şekilde yerine getirir, hiçbir şeye kafa yormaz.
Halbuki ne savaşmak, ne kaçmak ne de sinmek çözüm olmaz eşler arasında. Aslolan tehlike ya da stres zeminini oluşturmadan, muhatabını olduğu gibi kabul edip anlamaya çalışmaktır. Eşiyle yumuşak, sevgi ve şefkat dolu bir sesle konuşmayı adet haline getirmiş çiftler, birbirlerini rahatlıkla hissedebileceklerdir.